Bu hafta 500. Cumartesi... Devlet terörünün varlıkla yokluk, ölümle yaşam arasındaki boşlukta yaşamaya mahkum ettiği Cumartesi İnsanları’nın adalet ve hakikat mücadelesinde 500. Hafta... İlk kez 90’ların sonlarında, 14-15 yaşlarındayken, yatılı kaldığım hafta sonları, okuduğum lisenin önünde karşılaştım onlarla. Polis ablukası altında, ellerinde karanfiller, kaldırdıkları genç yüzlerin fotoğraflarıyla tanıdım. Birkaç kez ürkekçe yanlarında durmanın, her seferinde tedirgin durup birkaç dakika izlemenin ötesinde yanlarından geçip okula girerek ilk gençliğimin telaşına, neşesine geri döndüm..Ben büyürken o alanda, bir gece evi basılarak babaları gözünün önünde alınıp götürülen ve bir daha dönmeyen; her hafta annelerinin dövülüşüne, sürüklenişine, gözaltına alınışına tanık olan çocuklar büyüyordu. Sorular, umutlar, bir tek anda donuveren anılar ve öfkelerle... Biliyordum ama bilmiyordum, görüyordum ama görmüyordum. Yaşamımın 8 yılına mekan, hatta ev olan aynı yer bir ölümün/kalımın bilgisine, bir mezar taşının dinginliğine ve günün birinde adalete kavuşma umuduyla ömür tüketen insanların mücadelesinin diri hafızasıydı. Bu kadar yakın olup da bu hafızaya değmeden dokunmadan, korunaklı dünyalarımızda yıllarca yaşadık pek çoğumuz, yaşıyoruz...
Bu hafta diğer yarım kürede, bir başka hakikat mücadelesinin, Arjantin’de askeri diktatörlük döneminde gizli gözaltı merkezlerindeki doğumhanelerde dünyaya getirildikten sonra sahte belgelerle ordu mensuplarına ve yakınlarına evlatlık verilen torunlarının peşini bırakmayan Plaza de Mayo Büyükanneleri’nin mücadelesinin de 37. yıldönümü. Büyükanneler 37 yıldır torunlarının gerçek kimliğini açığa çıkarmak için verdikleri mücadelenin yanı sıra ülkede 70’li yıllarda yüzlerce gizli tutukevi ve işkencehanede gerçekleşen infaz, işkence ve kayıplara dair hakikatin açığa çıkarılmasında da aktif rol aldı.
Türkiye’de yüzlerce kaybın faili cezasız bırakılır hatta ödüllendirilirken, Arjantin’de sokakta yükselen hakikat ve adalet mücadelesi geçmişle hesaplaşmanın adım adım kamusal bir politikaya dönüşmesini sağladı. Kayıpların araştırılması için kurulan Komisyon’un (CONADEP) 1984’te tamamladığı, binlerce kişinin hangi koşullarda, kimlerce, nasıl kaybedildiğini açığa çıkaran (Rapor 8.961 kayıp vakasının ve 380 gizli gözaltı merkezinin varlığını ortaya koyuyordu.) Nunca Mas (Bir Daha Asla) Raporu’yla birlikte yeni bir hakikat rejimi inşa edilirken aynı dönemde başlayan cunta yargılamaları askeri hiyerarşinin en tepesindekilerin ömür boyu hapis cezalarıyla cezalandırılmasını sağladı. Kayıp yakınlarının ve insan hakları örgütlerinin tüm alt kademe sorumluların da aynı şekilde hesap vermesi yönündeki ısrarlı mücadelesi karşısında ordunun verdiği güçlü tepki, darbe boyunca işlenen tüm askeri fiilleri emre itaat kapsamına alan ve bu fiillere karşı yargılama yolunu kapatarak tam cezasızlık sağlayan iki yasanın çıkarılmasıyla sonuçlandı. Devlete göre bu yasalar, geçmişte yaşananların bugüne gölge düşürmesinin önüne geçmeyi; bu yolla toplumsal uzlaşma ve barışı sağlamayı amaçlıyordu.
Bundan sonra başta Büyükanneler olmak üzere, insan hakları ve kayıp yakını örgütleri kamusal alanda ve özellikle uluslararası arenada güçlü bir biçimde mobilize oldu. Bu mobilizasyonun önemli bir ayağı da ısrarlı bir yargısal mücadeleydi. Diktatörlük suçlarının insanlığa karşı suç olarak yargılanması ve cezalandırılması için verilen hukuki mücadele dayanağını uluslararası hukukta, özellikle de 80’li yılların sonundan itibaren ‘hakikat hakkı’nı bireysel ve kolektif bir hak olarak tanıyan ve devletlere ağır insan hakları ihlallerini önleme, soruşturma ve cezalandırma yükümlülüğü getiren Amerikalılararası İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında buldu.
Böylece devlet terörüne karşı politik mücadelenin temel aracına dönüşen hukukun dilinde hakikat arayışı hak olarak somutlaştı. İlk olarak 1995 yılında Emilio Mignone, bugün müze ve hafıza mekanı olarak faaliyet gösteren, cunta döneminde 5000 kişinin kaybedildiği ve işkence gördüğü, tutukluların bir bölümünün ise ölüm uçuşları ile deniz kuvvetlerine ait uçaklarla canlı olarak okyanusa atılmak üzere sevk edildiği eski Deniz Harp Okulu (ESMA) davasında kızının kaybedilişine ilişkin hakikatin açığa çıkarılmasını talep etti. Mahkeme önünde kayıp yakının bedeninin bulunamamasının ve bir mezarının olmamasının yas tutma hakkını ihlal ettiği ve kişinin ölüsünü gömme hakkının reddinin insan onuruna aykırılığı vurgulandı. Bu davada Başkent Federal Temyiz Dairesi’nin önce başvuruyu kabul ettikten ve bazı askeri görevlilerin tanık olarak zorla getirilmesine hükmettikten kısa bir süre sonra soruşturmayı kapatmaya karar vermesinin ardından, bu kez Carmen Aguiar Lapacó aynı mahkemeden kızının ‘Club Atletico’ olarak bilinen gözaltı merkezinde kaybedilişinin aydınlatılmasını istedi. Başvurunun temelinde yine, devlet terörü mağdurlarının ailelerinin meşru bir hakikati öğrenme haklarının bulunduğu savı yer alıyordu. Bu başvurunun da reddedilmesinin ardından nihayet Amerikalılararası İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvuru neticesinde Arjantin devleti, Mahkeme önünde kabul ettiği dostane çözüm ile kayıp ve devlet terörü mağduru yakınlarının hakikati öğrenme hakkını tanımayı taahhüt etti.
Kayıp yakınlarının ve sivil oluşumların uluslararası kamuoyunun da desteğini alan örgütlü mücadelesi neticesinde, bu hakkın hayata geçirilmesine yönelik olarak ülkenin her yerinde kayıpların aydınlatılması için ‘hakikat yargılamaları’ (juicios por la verdad) başladı. Dünyada başka bir örneği olmayan bu özgün yargılamanın özelliği, davanın herhangi bir suçlama, isnat veya mahkumiyete yol açmamasıydı. Zira hala yürürlükte olan cezasızlık yasaları askeri görevlilerin yargılanmasına ve cezalandırılmasına engeldi. Bu şartlar altında kayıp aileleri ve insan hakları örgütleri hakikat yargılamalarını, ileride cezasızlığı aşındırmaya yönelik stratejik bir araç olarak kullandı. Nitekim hakikat yargılamalarında elde edilen deliller, daha sonra bu yasaların anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmesinin ardından açılan ceza davalarında da kullanılacaktı.
Hızla ülkenin her yerine yayılan yargılamalar, her bir hak ihlalinin hangi koşullarda, kim tarafından, nerede gerçekleştirildiğini aydınlatmaya başladı. Yargının geçmişle hesaplaşma ve hakikat arayışında yeniden merkezi bir aktör haline gelmesiyle birlikte adalet, kayıp yakınları ve toplum için gerçek bir ihtimal olarak belirdi. Hakikat hakkı hem tek tek bireylerin sahip olduğu hem de bir bütün olarak toplumun baskı ve şiddet geçmişini öğrenme hakkını ifade eden kolektif bir hak olarak kavramsallaştı. Hatırlama görevi (el deber de memoria) kamusal bir yükümlülük olarak tanınırken, tanıklıkların gün ışığına çıkmasıyla birlikte mahkemeler, yaşanan kayıp ve direniş hikayelerinin dile geldiği, adalet talebinin sürekli olarak görünür olduğu hafıza mekanlarına dönüşmeye başladı. Sadece hukuki bir prosedür veya yargı merci olmanın ötesinde kamuoyu nezdinde sembolik olarak hakikat arayışının meşruiyetini da güçlendiren bu davalar hakikatin toplumsallaşmasının; geçmişe bakmanın ve bugünü yeniden anlamlandırmanın birer aracı haline geldi. En önemlisi de kayıp ailelerinin yıllar süren bekleyişinin ve dinmeyen acısının tanınmasının ve ‘kayıp’ların kimliklerinin iade edilmesinin yolunu açtı. 2005 yılında cezasızlık sağlayan yasaların iptalinin ardından Arjantin’de askeri diktatörlük sırasında işlenen insanlığa karşı suçlar nedeniyle, aralarında askerler, yargıçlar, doktorlar da olmak üzere yüzlerce kamu görevlisi ve sivil hakkında yeniden ceza davaları açılmaya başladı; yargılamalara her gün bir yenisi ekleniyor.
Arjantin örneği bize güçlü bir örgütlülüğün hakikati nasıl hakka dönüştürebileceğine dair ışık tutuyor. Birbirinden kilometrelerce uzakta iki ülkede, benzer araçlarla işleyen devlet terörü, kaybetmenin geride kalanı ölüm ile yaşam, varlık ile yokluk arasında arafta bırakarak nasıl bir sindirme ve yaşamı felç etme yöntemi olarak kullanıldığını gösteriyor. Aynı araçları kullanan bu aygıt karşısında örülecek mücadelenin de birbirinden öğreneceği şeyler var kuşkusuz. Bu yolda hakikat, hak, yargılama gibi kavramları salt hukuki kategoriler, normlar, yapılar olarak değil; insan varoluşunun baskıya ve yok edilmeye karşı direnişinin, hukuku dönüşmeye zorladığı mücadele alanları olarak kavramak önem taşıyor. Fakat her şeyden önce hakikat arayışının güçlü bir toplumsal karşılık bulması gerekiyor.
Bugün Cumartesi... Mücadele önce dokunmakla başlıyor...
* Hülya Dinçer, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Buenos Aires Üniversitesi Hukuk Fakültesi konuk araştırmacı
** Büyükanne Clara Jurado'nun manşetteki fotoğrafı Daniel Garcia'ya ait. Plaza de Mayo Büyükanneleri: 30 Yıllık Mücadele kitabından.